John Logie Baird
thumb John Logie Baird (d.13 Ağustos 1888; ö.14 Haziran 1946) İskoç mühendisdi. İlk elektromanyetik televizyon sistemini keşfetmetsiyle tanınır. Her ne kadar elektromanyetik sistemi daha sonra Pihlo Farnsworth tarafından değiştirilse de, televizyon yayınlarının çalışması üzerine bu ilk başarısı O'...
thumb John Logie Baird (d.13 Ağustos 1888; ö.14 Haziran 1946) İskoç mühendisdi. İlk elektromanyetik televizyon sistemini keşfetmetsiyle tanınır. Her ne kadar elektromanyetik sistemi daha sonra Pihlo Farnsworth tarafından değiştirilse de, televizyon yayınlarının çalışması üzerine bu ilk başarısı O'nu televizyon'un mucitleri arasına sokar. « Önceki | Sonraki » 31/5/2007 Televizyonu kim buldu? Televizyonun babası: John Baird Her akşam koltuğa gömülüp elimizde kumandayla TV’ye dalıp gitmek günün bütün yorgunluklarına değiyor doğrusu, hatta o an “İcatların en kralı bu yaa” demek bile mümkün olabiliyor. Diğerlerine haksızlık yapmak istemeyiz ama televizyonun olağanüstü bir icat olduğunu anlamak için fazla düşünmeye gerek yok. Dünyanın bir ucunda, denizin dibinde, hatta uzayda birileri bir şeyler yapıyor olsun, biz de evimizin salonunda rahat rahat bunları izleyelim. Bundan daha keyifli olanı herhalde onları izlemek yerine yanlarına ışınlanabilmek olur ama bunun için henüz erken galiba. “Kimin aklına gelmiş böyle bir cinliği düşünmek, hatta oturup bunu yapmak?” diye bir soru duyduk sanki. Peki madem, yazımızın bundan sonrasını bu meraklı okuyucumuza ithaf ediyoruz ve anlatmaya başlıyoruz. 1888’de İskoçya’nın mucitleriyle ünlü Helensburgh kentinde, sağlığı pek de iyi olmayan ama bundan hiç yakınmayan, sessiz sakin, akıl topu bir çocuk doğar. Bu çocuğun yaşadığı ev o kadar büyüktür ki, çevre sakinleri bu eve “Kulübe” adını verirler. Fakat daha komiği, bu dev kulübe, 1900’lerin başlarında son derece ilginç telefon santrallerine, yanan kablolara, patlayan tüplere, erken dönem süpermen hamlelerine sahne olur. John o kadar sakin bir çocuktur ki, evde garip bir yaratığın yaşadığı kesinlik kazanır. Fakat işin güzel yanı John yaptığı icatları boşa harcamaz ve geri tepenleri yeni icatlarında kullanır. Örneğin telefon santralinde kullandığı kabloları, daha sonra eve elektrik döşemek için değerlendirir. Arka bahçeye kurulmuş olan ve petrolle çalışan jeneratörden sağlanan elektrikle, Baird ailesinin evi, pardon kulübesi şehrin elektrikle aydınlatılan ilk evi olur. Uçma hadisesi ise bambaşka bir heyecan yaratır şehirde. Arkadaşı Godfrey’in yardımıyla ev yapımı planörünü çatıya çıkaran küçük John, gökyüzünde kuşlar gibi uçabileceğine yürekten inanmıştır, ama oldukça hatalı bir inançtır bu. Yıllar sonra John Baird bu anısını şöyle anlatır: “Eğer Godfrey yanlış alarm vermeseydi gerçekten başarabilirdim. Henüz hazır hissetmediğim bir anda kendimi havalanmış buldum, birkaç saniye havada kaldım, sonrasında ise kendimi çimenleri üzerinde hatırlıyorum.” John bu kazadan yara almadan kurtulur, ama yaşadığı korkuyu kolay kolay unutamaz; hayatı boyunca uçağa binmekten korkup seyahat programlarını değiştirecek kadar etkilenir bu durumdan. Zehir gibi bir zekası olmasına rağmen okuldaki durumu içler acısı olan John, öğretmenleri tarafından her zaman dalgın, ağırkanlı ve yavaş öğrenen bir öğrenci olarak hatırlanır, ama yine de Glasgow and West Scotland Technical College’dan Elektrik Mühendisi olarak mezun olması kimseyi şaşırtmaz. Daha sonra Glasgow Üniversitesi’nde Bilim üzerine master yapmaya başlayan John, ne yazık ki Birinci Dünya Savaşı nedeniyle eğitimini tamamlayamaz. Pek de iyi olmayan sağlık durumu nedeniyle askere alınmayınca, savaş dönemindeki tüm vaktini icatlarına ayırır, hatta televizyona doğru giden ilk hamleleri de bu yıllarda yapar. 1920’lerde “Baird Çorapaltı Çorap” icadının (çorabın altına giyilen bu çorabın ne işe yaradığı hiçbir zaman anlaşılamadı) patentini almak için uğraşan John Baird’in aklına görüntü ve sesi elektronik olarak bir yerden bir yere aktarma fikri gelir. Aldığı “Yok artık, daha da neler” tepkilerine, dönemin zor şartlarına ve parasızlığa rağmen hiç yılmadan çalışır. İlk yaptığı model, şimdiki televizyonlara pek benzemez açıkçası (hayal bile etmeyin): Birkaç dikiş iğnesi, birkaç şapka kutusu, büyükçe bir bisküvi tenekesi, bir bisiklet lambası ve biraz mühür mumu. Ortaya çıkan alet Baird’in tam olarak istediği şey değildir, ama bir sonraki aşama için önemli bir deneyim olur. Durumdan fena halde heyecanlanan Baird teknolojik imkanların daha elverişli olduğu Soho’ya yerleşir ve içi garip hurda ve ıvır zıvırla dolu olan ilk ciddi laboratuvarını kurar. Peki ilk TV spikerinin kim olduğunu bilen var mı? Eminiz yoktur. Baird laboratuvarındaki dev ışıkların ısısına dayanması için ilk TV çekimlerinde özel vantrolog kuklaları kullanır. Bir süre sonra bazı deneyleri için gerçek insan gerekince, parayla genç bir ofis boy tutmak zorunda kalır ve 1924’te tarihin ilk televizyon patenti alınır, “Televisor”. Oldukça ilkel koşullarda üretilen ve eski bir çay kutusunun üzerine monte edilen Televisor’ün motoru, ev yapımı bir Nipkow diskten oluşmaktadır - disk tekeri olarak şapka kutusundan kesilen yuvarlak karton, lambayı yerleştirmek için bir bisküvi kutusu, mil yerine bir dikiş iğnesi bu motor için ideal malzemelerdir. Biliyoruz, bu malzemelere fazla şaşırmadınız, ilk televizyonda da aynı şeyler vardı zaten. Ama ya antene ne demeli? İnanması zor ama Baird’ın bulduğu ilk anten enfes bir iletken olan bir Malta haçıydı. Baird icadını Kraliyet Enstitüsü’ne resmi olarak ilk kez 26 Ocak 1926’da tanıtır, 1928’de ise ilk görüntüler Atlas Okyanusu’nun öbür yakasına, yani Londra’dan New York’a ulaşmıştır bile (fazla bir şey görmek mümkün olmasa da). Böylece Baird ilk televizyon istasyonunu kurar ve BBC için ilk televizyon yayınlarını yapmaya başlar. Hatta ilk TV oyunu da BBC tarafından yapılan The Man With The Flower In His Mouth’dur. 1930’ların ortasında ise televizyon yayınları hem İngiltere’de, hem Amerika’da az sayıdaki zengin kişilerin evlerinde izlenmeye başlamıştır. Alıcıların pahalılığı yüzünden hızlı bir yayılmadan bahsedilemez elbette, ancak bu dönemde her şeyini satarak bütün parasını TV alıcısına yatıran bir İngiliz köylüsünün söyledikleri çok anlamlıdır: “Hayatım boyunca en büyük hayalim Londra’yı görmek oldu, bunu alınca artık gitmeme gerek kalmayacak, ne zaman istersem Londra bana gelecek.” İşte televizyonun hikâyesi böyle. Ne yazık ki günümüz televizyonlarının o zamanki televizyonla uzaktan yakından ilgisi yok. Ama televizyonun babası ünvanını hakkıyla alan Baird, keşfinin bugün ulaştığı boyutları görse herhalde gözlerine inanamazdı, ama eminiz çok gurur duyardı. Yaptığı icatlardan hiçbir zaman büyük paralar kazanmamış olan Baird, televizyonun patentini 100.000 pound’a almak isteyen bir şirketi de hiç düşünmeden geri çevirmişti: “Bu kadar para benim huzurumu da satın alır, hiç değilse geceleri rahat uyumak istiyorum.” Baird’in temelini attığı bazı icatlar: Bilgisayar mouse’u: Nipkow diskinde kullandığı “pixel takip edebilen minik top” tekniği mouse’lar için zemin oluşturmuştu. Ses kaydı (Phonovision): Baird’ın ses kaydı için geliştirdiği ve plastik disklerin hareketini okuyabilen iğne, her ne kadar kendisine ticari bir katkıda bulunmamış olsa da, plakların, CD’lerin ve günümüzdeki lazer disklerin gelişimine yol açtı. Sanal gerçeklik: 1946’da Baird’ın ilginç bir çalışması olmuştu: Her göz için ayrı televizyon. Bu çalışmanın sanal gerçekliğe yaptığı katkı çok büyüktü. Kızıl-ötesi ışın (Noctovision): Baird’ın kullandığı ve geliştirdiği ışık sistemi, gece görüşünü sağlayan Noctovision’ın atasıydı. Açık hava yayını: Televizyon çalışmalarının ardından geliştirdiği özel bir projeksiyon sistemi, açık havada yayın yapılması sağlayan tekniğin ilk ürünlerinden biriydi.işte ilk televizyon böyle icat edilmiştir.john logie baird'e teşekkür ediyoruz